Film, II. Dünya Savaşı'nın son yıllarında, Türkiye'den kaçmak zorunda kalan Ermeni bir aydının hem fiziksel hem de zihinsel yolculuğunu anlatıyor.
Film, 1943 yılında, II. Dünya Savaşı'nın en karanlık günlerinde geçiyor. Aram (Onur Saylak), İstanbul'da yaşayan Ermeni asıllı muhalif bir ressam, çevirmen ve yazardır. Dönemin siyasi baskıları nedeniyle hayatı tehlikeye giren Aram, çareyi yurt dışına, Sovyetler Birliği'ne kaçmakta bulur.
Acil bir şekilde İstanbul'dan ayrılan Aram, Karadeniz'in dağlık ve ormanlık bir köyüne, Sovyet-Gürcistan sınırına çok yakın bir yere sığınır. Burada, yaşlı bir adam olan Mikhail (Mustafa Uğurlu) ve onun genç karısı Meryem (Sofya Khandemirova) ona bir kulübede yardımcı olur.
Aram, sınırı geçmek için gerekli belgeleri ve doğru zamanı beklerken bu küçük kulübede sıkışıp kalır. Bu bekleyiş süreci, onun için sadece bir kaçış değil, aynı zamanda geçmişiyle ve unuttuğu acı dolu hatıralarıyla (özellikle 1915'te ailesinin yaşadıklarıyla) yüzleştiği bir içsel yolculuğa dönüşür. Bu zorlu süreçte, kendisi gibi orada sıkışıp kalmış olan Meryem ile aralarında sessiz ve tehlikeli bir yakınlaşma başlar.